KEN'AN RİFÂÎ BÜYÜKAKSOY - (1867 - 1950)

MUTASAVVIF
ÖĞRETMEN
EĞİTMEN
BESTEKÂR
ŞAİR
MÜRŞİD
HATIRALARI
(1908-1925)KURUCUSU VE ŞEYHİ
RİFÂÎLİĞİN ÖNDE GELEN İSİMLERİNDEN
İNSAN OLMAYA
VE
YETİŞTİRMEYE
ADANMIŞ
BİR HAYAT
ÜMMÜ KENAN DERGAHI
HAYATI VE HATIRALARI HAKKINDAKİ PAYLAŞIMLARI:
"

1947 yılının Ocak ayında oğul Kazım Büyükaksoy’un
Kenan Rifai hazretlerinin ağzından çıkan her kelimeyi kaleme alması neticesi hazırlanmıştır.  Dört Duvar Seni Söyler /Kenan Rifai ile Diyardan Diyara/ Gülmisal Gürsoy adlı kitabın da 5. Bölümünde okurların dikkatine sunulmuştur. Yayın yılı 2007

HATIRAT-I HAZRET-İ KEN’AN
(Hazreti Kenan’ın Hatıraları

Kaddese sırrahu’l Mennan
(Allah onun sırrını kutsasın)
B’ismi’llahi’r-Rahmani’r-Rahim
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

Ya Rabbi leke’l-hamdü kema yenbağı li celali vechike ve li azimi sultanike
Ya Rabbi vechinin celalinin ve Sultanlığının gerektirdiği gibi sana hamdolsun.

Anamın karına düştüğüm tarihten itibaren Allah gani gani rahmet eylesin babam, anama karnındaki emaneti düşürmek için hangi ilaç işilmişse onu almaktan geri kalmamış; anacığım da bu teşebbüse istemeye muvafakat etmeye çaresiz kalmışsa da, günün birinde babam gördüğü ehemmiyetli bir rüyadan dehşetli surette ürkmüş, ve teşebbüse nihayet vermekle beraber bu hususta ihtimam ve kuramsını arttırmaya başlamıştır. Yavru bu suretli Allah’ın himaye ve hıfzında dünyaya gelmişti. Bu yavrunun dünyaya gelişine sebep bu hikayeciktir.
Günün birinde Selamink’te yeni usul tedris (eğitim) tatbik etmek için ilk açılan mektebin müdürü Şemsi Bey’in haremi (eşi) anacığıma gelir ve sana bir emanet getirdim diye bir portakal uzatır: Bu portakalı açarsın içinden bir küçük portakal daha çıkar, unu yutarsın, 9 ay sonra bir erkek evladın dünyaya gelecektir der, gider.

Bu yavru üç yaşına geldiği vakit, nasılsa yaramazlık ciheti ile mangalda kaynayan bir ibrik suyu sağ ayağına devirir, ayağı şiddetli surette haşlanır, tedavi olunamaz yara kemiğe dayanır, yine o mübarek kadın anama gelir ve Tavuk kemiklerini yakıp külünü yaranın üstüne serpin, bir bezle örtün tavsiyesinde bulunur. Gider. Aylarca süren bu haşlanma yarası da iki gün içinde kapanıverir. Küçüklüğümde Allah’ın sayısız nimetleri arasında ancak anacığımın anlattığı bu hadiseler kalmıştır.

Yedi yaşında iken Süleynamiye’de yeni usul tedris öğretim gösterir bir mektebe devam ediyordum. Bu yaşın hatıralarında bir vaka yi buraya yazmadan geçemeyeceğim. Bir gün anacığımdan mu tadın alışılmışın hilafına aksine para istedim. Bi’t-tabii doğal oarak vrmediği için o gün yeni giydim kadife esvaplarımın giysilerimin birkaç yerini makasla kestim. Tekrar den bu halin  sık sık devmına nihayet vermek üzere anacığım maşayı ateşte kızırp elime yapıtrdı. Tabii o can asısı ile biz yola koyulduk, rahat rahat ve bahusus özel likle de cezalı olarak uslu uslu mektebe gitsem olmaz mı? Ne gezer yolda eşeğin biri otluyordu. Onun kuyruğuna yapıştım, çekiyorum. Eşek de buna rahmet okumaz a! Bir çifte attı. Biz yere uvarlandık. Bir dakika kadar nefesim tıkandı. Her ne hal ise buradan başka bir vukuata meydan vermeden mektebe gittim. Çocuklar, ilmihal dersi olduğu için yerde oturuyordlardı. Biz de o sırada dışarı çıkma ihtiyacı göründü ise de çıkmanın müşkil zor olacağını düşünerek ve kimsenin görmeyecğini ve yalnız pantolonun içinde kalacağını mülahaza ederek sanarak… işin icabı , bir de baktım ortalığı bir yaşlık kuşatınca, bunu kimin yaptığı anlaşıldı. Bir başka odaya davet olundum. Orada temizce bir dayak yedim. İşte bir günde vuku bulan  olan işler bunlardı. Hoş akşama kadar ne olduğunu da hatırlamıyorum.

Dokuz yaşına gelince, babam beni Galatasaray Sultani’sine verdi. Bu mektebi bitirip çıkıncaya kadar, Allah’ın lütfuyla bütün Fransız muallimleri beni çok severler ve mektepte yaramazlık rekorunu kırdığım halde nazımı çekerlerdi. (Oysa ki başkaları) Bu yaramazlıklardan hatta yüzde birini yapsalk sınıfta  derhal mektepten kovarlardı.

Bu yaramazlıklardan ikisini, diğerlerine misal olmak üzere söylemeden geçemeyeceğim.
O ciddi, fevkalade temiz giyinen Fransız hocalarımdan biri, artık sınıfta yaramazlık etmeme tahammül edemeyerek beni sınıftan çıkarmaya da kıyamayarak kürsünün içinde oturttu. Fakat orada da rahat oturmak bilmeyen Efendi, eline geçirdiği bir tebeşir parçası ile muallimininpantolunun diz kapağına numarası olan “89” u yazardı. .. Hoca kalktığı vakit pantolununda bu yazıları gördüğü ve pek ziyade sıkıldığı halde hiddetle kapıdan çıkıp gitti.
Bir gün dershanede resim yapıyorduk. O gün yeni bir tablo vermişler, temiz kağıda onu yapmaya çalışıyoruz. Derken sınıfa birden bire mektep nazırımız, Beçika Sefareti’nden getirilen Karaca Paşa girdi. Ben de o temiz kağıdın üzerine derhal küçük bir baş, şişman bir gövde, altına da küçük ayaklar resmedip; resmin altına Karaca Paşa ismini yazdım. Karaca Paşa, çocukların resimlerini muayeneden sonra bize gelince, bu resmi gördü ve Faransızca olarak dışarı çıkmamı tembih etti. Herkes; artık bu sefer benim mektepten kovulacağımı intizar ediyordu. Bekliyordu. Paşa sınıftan çıkınca, Faransızca olarak Beni takip et” , diyerek mektepteki dairesine gittik. Beni karsına bir şeyler söyleyerek takdim etti. Karısı da beni okşayarak çeplerime çikolautalar koydu ve mektepe gönderdi.

Türkçe hocalarım Muallem Nacı ve şair Feyzi ve meşhur Zihni (efendiler ve diğer hocalarım da beni çok severlerdi. Muallim Naci ve Feyzi Efendiler, beni ne vakit tabloya tahtaya kaldırsalar mutlak bir şey yazdırırlar ve o yazdırdıkları şey üzyerine dersin tatbikatına uygulmasına geçerlerdi.

GENÇLİK
Galata Sultanisi’nin iki sınıfının birden imtihanını vermeye kakışmanın çüretini her ve herkes hayretle karşıladı. Allah’ımın lütfu buna da yetişti. Beni muvaffak etti başarılı kıldı ve ala derecede şehadet name diploma almaya muvaffak oldum. Bu hal mmmektep nazırının da büyük hayretini celbetti. Sene nihayetinde mükafat ve şehadet nameler tevzi için ödül ve diplomaların dağıtılması için büyük kimselere ve evlat baaabalarına davetiyeler gönderildi. Sefirler de gelirdi. Biz tevzii mükafatınıdan şehadet namemizi almak için ortaya çağırıldığımızda da merhum babamın yanında bulunan Telgarıp ve Posta Nazırı Hasan Ali Bey’in nedense dikkat nazırını çekmiş olacağım ki babama beni sormuş  ve  yahud babam da oğlu olduğumu söylemiş olacak ki yarin beni gelsin nezarette görsün demir. Ferdası ertesi günü gittim. Beni Telgarp ve Posta Hariciye kalemine tayin ettiler. İki ay sonra da Almanya’dan getirilen Alman müşaviri Karol un muavinliğine imtihan vererek nakledildim. Bir müddet sonra bulunduğum dairede  arkadışım Celal Beyin teşvik ve ibramı ısrarı ile ikimiz de Maarif Nezaretine müracaat ettik. Ordaa bizi yine imtihana çektiler. Beni Balıkesir İdadi Müdürlüğüne 1750 kuruş maaşla, Celal’i de Tarabzon’a tayin ettiler. Arkadaşlarım arasında en gençe olarak idadi müdürlüğüne tayin olunan ben idim. Yani daha on dokuz yaşını tamamiyle bitirmemiştim. Balıkesir’e gittiğim vakit, mektepte talebeden ziyade muallim buldum. İslamlar gavur olacak karsı ile çocukların mektepe göndermiyorlar. Hıristiyanlar da her nedense çekingen idiler…. Memlektin ileri gelenleri ile Hiristiyanların eşrafı ile görüşmeye başladım. Az zaman içinde mektebin iki yüzden fazla talebesi oldu. O vakit alıkesir mutasarrıfıf bizim hakkımda : Artık nezaret müdürlüğe çoluk çocuk göndermeye başladı. Bunlar mektebi nasil idare edebilir demişti. Ben de bunu işitince sakal bıraktım ve yanında bulundğum bir gün bana:
-Beyefendi sakal bıraktınız pek genç değil mi? Dedi.
Ben de cevaben gençliğin ve tecrübesizliğin verdiği cesaretle olacak: Evet işittim ki akıl, sakal ile geliyormuş ne yapayım mecbur oldum dedim.
Balıkesir’de keremi hazır olsun Şahım Efendim Ethem Efendi Hazretleri ile bulundum. Riyazat alemini bana orada ihsan buyurdular. Beni yalnız bırakmamaları için anacağım kendilerinden rica etmiş ve anamın ricası lütfen kabul buyurarak… Balikesir i teşrif buyurmuşlardı. Burada bulunduktan on bir ay sonra Adana Maarif Müdürlüğüne tayin olundum. Memleketin gözyaşları ile buradan ayrıldım. Şahım, Bursa’daki kerimeleri Şefika Hanım’a gitmişti. Şahım Sultanım da oraya teşrif ettiler. Geldiler. Allahımın orada da bana müşir Fazlı Paşayı karışma çıkardı. Allah rahmet eylesin. Ozat beni çok severdi, beni orada bir baba gibi vikaye etti korudu. Evine davet eder, güzel güzel vakitler geçirirdik. Bir aralık Şahımın Manastır dan Filibe ye teşrif buyurdular. İki üç ay sonra alemi manada dünyadan göçtüklerini ve beni yerlerine  tayin buyurduklarını atadıklarını ve esasen dünyaya anamla benim için geldiklerini söylediler. Allahım şefaat ve cealllerinden ayırmasın Amin.

Bundan sonra Kosova Marif Müdürlüğüne tayin olundum. Oranın vali ve kumandanı Müşir Edhem Paşa dan çok muaveneletler yardımlar gördüm. Orada da anacığımıla beraber bulunduk.
Günün birinde Üskükp ün meşhur Rifai dergahının şeyhinin hemşiresi Seyide Hanım namındaki Hanım evemize ellerinde birer yoğurt kasesi olduğu halde geldi ve anacığıma kendisini kabul etmemizi rica etti. Bu hanım oranın adeta melikesi idi. Hiçbir yere çıkmaz kendisini zirayet ederlermiş. Anacağım bana hanımın sözlerini söyledi. Ben de anacığım ben böyle şeyler bilmiyoru, bilmediğim bir şeyi nasıl tatbik edeyim, demdim Otuzüç yaşımda idim. Öyle şeyhlik tekke filan gibi şeyler bilmiyordum. Kadıncağız gitti, fakat ferdası ertesi günü yine geldi. Ben buraya merhum rifai şeyhi büyükbabamın emriyle geldim, beni tekrar gönderdiler ve dediler ki: Eğer seni kabul etmezlerse benim Allahıma nazım geçer onları, eşyaları toplu olduğu halde bir yere kımıldatmam. Biz de şahımdan o gece bu kadının şu suretle ve bu suretle kabul edilmesini emir aldık ve kabul ettik. Bu hanıma , daha biz hiçbir suretle böyle şeylerle alakamız olmadı halde, bize intisap eden bağlanın birinci ihvanımızdır. (kardeşimizdir) Allah rahmet eylesin… Bir iki gün sonra Selanik’e gittik, vapura bindik, istanbul’a geldik. Bir müddet sonra da Trabzon’a anacığımla gittik.
Trabzon’a geldiğimiz vakit oranın kutbu olan Ahmet Baba evimize geldi ve macerayı anlattı. Bu zat orada kendisini halktan gizlemiş ve meczup diye bildirmiş bir zat idi… Trabzon Valisi de bizi çok sevdi ve adeta yanından ayırmaz oldu. Orada on bir ay kadar kaldıktan sonra bir gün görülen işaret i maneviye manevi bir işaret üzerine aMaarif Nazırına İstanbul’da yerleşmimiz için bir telfraf çekmemizi söylediler. Müdürlüğümümüz, fakat ne müdürlüğü olduğu belli değil, tebrik ettiler. Eşyamızı da toplamamızı emrettiler. Biz de öyle yaptık, fakat Maarif Nazırından telgafımıza İstanbul’da yer yoktur, cevabını aldık.
Biz bekliyorduk… Beş gün sonra nazırdan bir telgraf geldi. İstanbul İdadi Müdür muavinliğine tayin olunduğumuzu ve hareket etmemizi bildiriyordu. Derhal yola çıktık. İstanbul’a geldiğmizde babam rahmetli beni karşılamaya gelmiş idi. Telgrafımı aldım mı dedi Hayır dedim Seni numune i Terakki Mektebi müdürlüğne tayin ettiler git Maarif Nazırına teşekkür et, dedi. Ben de gitti, nazıra teşekkür ettiğim sırada Bana teşekkür etme bunu doğrdan doğruya Allah yaptı dedi. Padişah bana Oraya en emniyetli bir adamını tayin et , dedi Benim de ağzımdan sen çıkıverdin.”

İşte, Tarabzon’da iken tebşir olunan müjdelenen müdürlük bu suretle zahir olmuştu. Artık daha ne isterim. Anam babam burada, güzel İstanbul! Sonra da bir mektepte iken gazetelerde daima bahis olunan ve İstanbul”un en parlak mektebi bulunan ne olur bari şu mektebin fahri muallimliğine gönüllü öğretmenliğine de razıyım. İhsan et diye kalbimden geçirdim. Mektebin müdürlüğüne gelmişim. Artık başka ne arzum olabilirdi.
Çok şükür isteklerime kavuştum. Bu minval üzere üç kadar geçtikten sonra görülen bu işaret-i maneviye (manevi ybir işaret) üzerine ne kadar kazaya kalmış namazım varsa eda etmekliğim emir buyruldu. Derhal işe başladım ve günde belki de üçyüz rek’at namaz kılıyor idim. Bunlar bittikten sonra yine bu işaret-i maneviye üzerine Medine-i Münevere’ye müdürlüğüne gitmekliğim emir buyruldu. Artık bundan sonra o sevdiğim İstanbul bana bir kara çömlek gibi göründü.

Hasılı işaret-i manevi’yenin zuhurunu iki sene bekledikten yani beni iki sene o hasretle yaktıktan sonra bir gün beni nezaretten çağırdılar ve Medine- Münevvere İdad-i Hamidi müdürlüğüne gidip gitmeyeceğimi sordular. Değil müdürlükle hademelikle de gönderseler giderim dedim. Beni o vakit herkes deli zannetti. İstanbul da bu parlak mevkii bırakılıp gidilir mi idi? Tabii kendi görüşlerine göre hakları vardı. Dünyada geçirdiğim hayatın en fevkalade zevklisi işte orada Sultanım anacağımla geçirdiğim dört senelik hayat idi. Çünkü oranın taşına toprağına köpeklerine aşık idim. Ba husus (özellikle) Sultanım anacağımla birlikte bulunmak şerefi…
Orada peygamberimizin manevi işareti ve emri ile şeyhü’l Meşaih Hamza Rifai hazretleri’nden icazet (şeyhlik beratı)aldım. Beni orada sevmeyen kimse yok idi. Civardaki bedeviler bile gelirler. Beni evimden alırlar bulundukları yerlerine götürürler. Birçok i’zaz ü ikam ederlerdi(özenle ağırlarlardı) Medine ahalisi bile korkmadan Bedevilerin içine nasıl gidiyorsun onlar insanı öldürürler diye tehtit ve nihayet Arapça bilmez kendi lisanları ile konuşamaz bir Türk olduğun halde yine tam bir emniyetle giderdim.
Oradan Mekke-i mükkerreme’ye gidip Beytullah’ı (kabe’yi) tavaf ettim. Avdette (dönüşte) İstanbul’a hareket ettik. Otuz gün anacığımla bir devede Şam’a gelinceye kadar geçirdiğim zevkine dolmaz günleri burada yad etmeden (anmadan) geçemeyeceğim. Şam’a geldik. Birçok ziyaretlerde bulunduktan sonra. İstanbul’a geldik. İstanbul’da erkek Muallim Mektebine büyük sınıflarına Fransız a muallimi tayin olundum. Biraz sonra tetkikad-ı İlmiye Encümeni azalığına ve biraz sonra darüşşafaka mektebi müdürlüğüne ve Meclis-i Arif azalığına tayin olundum. Bu müddet zarfında ikinci defa olarak Medine-i Münevvere-i ziyaret ettim. Kimsenin malumatı olmadığı halde beni istasyonda hemen medine’nin yarı ahalisi hatta askeri bando mızıka ile karşılamaya geldi. Ben münşir (maraşal) veya vali değildim ki  mızıkayı da çağırmışlar.  Bunlar pek aşikar olarak resulullah’ın mucize ve ihsanı değil de ne idi…
Beş on gün sonra İstanbul’a avdet ettik(geri döndük) Allah’A göre güçlük olur mu? O bir kere “ol” desin. Dergah meselesi de herkesin hayret ve şaşkınları içinde vücuda geldi. Belki açılması için de engeller bahaneler çıkaracaklardı. Buna da meydan vermedi. Meşrutiyeti ilan eden topların Allah nidası ile dergah da açıldı. Server Galatasaray Sultanisinde benim en samimi arkadaşım idi. Ben mektepde yaramazlıktan dolayı rekor kırdımsa bu da ikinci derecedeydi. Çünkü mektepde yapmadığımız kalmazdı. Bazen saçsaça gelir dövüşürdük. Neler ve neler yapmazdık. Yatakhanede de yataklarımız yan yana idi. Her ne hal ise bu oradan Tıbbiye Mektebine girdi. Orada her sene birincilikle çıktı. Mektepten çıkınca Sıhhiye (sağlık) Müfettişi oldu. Biz de bu sıralarda Numune-i Terakki Müdürlüğünde idik. Bir gün direkler arasında Hamdi’nin eczanesinde kendisine rast geldim. Görüştük. Mektepten çıktıktan sonraki halimizi birbirimize anlattık. Kendisinden bulunduğum mektebin münhal (boş) olan doktorluğunu kabul etmesini rica ettim. Kabul etti.

Ben Medine ‘ye gittim. Arkamı bırakmadı. Geldim yine öyle… bu aileden ben Medine’deyken daha resmen meydana çıkmamış iken Server’in karısı Sabiha hanım ilk olarak intisap etti. (terbiye halkamıza dahil oldu. ) Ondan sonra Server, kaynanası da resmen intisap ettiler. Server dervişlik mevhumumun (kavramının) timsali idi. (örneğiydi).

Dergahımız İstanbul’da bulunan yüzlerce dergah i çinde mümtaz (seçkinlerinden) olmuştur. Şeyhü’l İslamlar, Mahmup Muhtar Paşalar, birçok aşıklar, patrikler, papazlar gelirler dergahta sema ederlerdi. Topuzlar, kılıçlar, hançerler oynanır ateşler yalanırdı. Bir gün patrik bir seccade getirmişti ve bunu bizzat ayaklarımın altına yaymak istiyor idi. Elinden almak istediler. Hayır hayır dedi. Bu seccadede benim otuz senelik gözyaşlarım var. Onu ben kendi elimle sereceğim diyerek kendi bizzat serdi. Allah’ım bana ne kıymetli bir ihvan( derviş kardeşler  can dostları) ihsan etti. Bunların her birinde istisnasız olarak ayrı ayrı büyük meziyetler (üstün özellikler) vardır. Osman, Aziz, Arif ve şeyhliği bırakıp o da bize intisap eden ve pek büyük fedakarlıklarda bulunan Bahrettin gibi kıymetli vücutlar…Ziya, Sedat, Ekrem, Servet ve Arif gibi beni can siperhane hizmetleri ile çok memnun bırakmış evlatlar verdi. Allah cümlesinden razı olsun. Sabiha, Nazlı, Meliha, İsmet, Münire, Hüsniye, Muhlise gibi de daima vazifelerimle meşgul yakınlar verdi…

Tarabya’da sayfiyede iken prostat ameliyatı lüzum görüldü. Bu çok mühim ve iki ameliyatla tamamlanabilir bir ameliyat idi. Allah’ım beni hastaneye götürtmeyerek bu mühim ameliyatı oğlum Ziya müdahalesi ile evde yaptırttı. Böyle bir ameliyatın evde yapılması mümkün değildi. Bunu Allah razı olsun Eşref namında bir doktor yaptı. Etraftaki yakınlarım bana bu hastalık eziyetlerini cefalarını bildirmediler. Beni hep oyaladılar. Allah cümlesinden razı olsun. Damadım Ziya’nın ve kardeşi Behire’ciğimin bu hususta büyük hizmetleri vardır. Bunlar sabahlara kadar uyumazlardı. Hele Behire yatağımın başı ucunda bir işaretime muntazır (hazır) bir vaziyette sabahlara kadar beklerdi. Bana bir can yoldaşlığı ederdi. Üç ay kadar yatakta kaldım. Fakat sevgili yakınlarım izdıraplı zamanları bana bildirmediler. Bunlar hep Allah’ımın lütfü ihsanları değil mi idi…

Resulluh’a sonsuz aşkım beni Medine-i Münevvere’yi ziyarete ve orada harem-i şerifine muttasıl (bitişik) bir dairede hizmete çağırdı. Medine-i münevvere yavrularını veladet-i Hazeret-i peygamberi (hz. Peygamberin doğumu) günü  arkama alıp hücre-i saadetin pişgahında (hz. Muhammed’in kabri önünde) hepbirlikte selatü selam getirmekliğim, zevklerin erişemeyeceği bir derece idi. Resulullah beni orada herkese sevdirdi. Hatta veda ederken elini öpmeye gittiğim oranın seyidlerinin reisi Nakib’ül Eşraf Hazretleri bana; Evlat seni tebşir ederim (müjdelerim) bu herkese nasip olmayan bir ihsandır ki, burada seni bilen ve gören de seviyor bilmeyen de seviyor dedi. Allah rahmet eylesin)

Manevi zevklerin en büyüklerinden biri de olanca aczim ile beraber bana dergah-ı şerif’in şeyhliğinin tevcihi (verilmesi) ve dergah-ı Şerif’in meşrütiyet topları ile Küşat (açılış merasiminin) olunduğu zamandır. Burada ne aşıklar, ne sadıklar, ne muhipler (Allah muhabbeti ile tutuşanlar) ve neler neler ihsan buyurmuştur.

Allah rahmet eylesin Salim namında bir mütevelli (vakıf idarecisi) vasıtası ile (Allah’ım) harem-i Şerif’in (kabe’nin) muazzam abidesini yaptırıp gözümün önüne getirdi. Bana akşam sabah orada imişim gibi ziyaret ettiriyor. Oradaki hatıralarım ve evimin buluduğu yerin hatıraları canlanıyor ve tazeleniyor. Bir gün Medine’de iken yaşımı düşündüm hayretle otuz iki yaşına girdiğimi görmüştüm. Bu gün de o yaş yoklamasını yapayım dedim. Henüz inanamadığım ve fakat hesaplarla kitaplarla pek doğru bulduğum bir hesap üzere seksen yaşıma geldiğimi gördüm. Bu güne kadar beni afiyet ve tendürüsti (sağlam vücut) ile yaşatın Allah’ıma nasıl hamd ı şükür edeyim. Ya Rabbi Le’ke lhamdü kemayembağı celali vechike ve li azimi sulatanike (Ya Rabbi, vecihinin celalinin ve Sultanlığının büyüklüğünün gerektirdiği gibi hamdolsun.)

Hiçbir değerim ve kıymetim ve ilmim olmadığı ve isyan ve hata ile dolu aczden yorulmuş bir vücut olduğum halde; böyle bir kimseyi de lütuflarından ihsanlarından ayırmayarak o azameti ve hazinesi bol olan sultan-ı Zişan büyüklüğünü bu suretle de göstermek istedi. Yani böyle başta aşağı cehil ve hata ile hamurlanmış bir kula da istesem böyle nimetler veririm demek istedi. O verdikçe ben azdım. Ben azdıkça o verdi. Kim ne diyebilir? Kul onun ihsan ve ata onun la yüz’el amma yef’al! Benim büyük sevgililerime ihsanım bol olduğu gibi bu gibileri de istesem o ihsanlarımdan uzak tutmam dedi.

Allah’ım hemen sevgililerin ve ehlibeyt resullah’ın ve mürşit’i a’zamın şahım sultanım hürmetine beni ve cümle evlatlarımı Lütf-i hafizinden ( hatalarımıza rağmen gizli lütuflarıyla şereflendirişinden) ve cemalinden ayırmasın.
Bi hürmeti seyidül mürselin
3 Ocak 1947

 

 

Sayfa Başı İçin Lütfen Tıklayınız...