Ken’an Rifâî'nin babası, Filibe hanedanından Hacı Hasan Beyin oğlu Abdülhalim Bey Annesi oğlunun mânevî
terbiyesinde önemli bir etkisiye sahip olan Hatice Cenan Hanımdır. Baba Abdülhalim Bey Filibe murahhası (delegesi) olmakla birlikte Rumeli de -Osmanlı vilayetlerinde- muhtelif kademelerde devlet temsilcilği görevi üstelnmiştir. Aile Filibedeki devrin önemli mânevî büyüklerinden Ethem Efendi ile irtibat halindedir. Küçük Kenan bir Kadiri olan Ethem Efendiden şeyh-mürid ilişkisi anlamında ilk mânevî derslerini alır. Yıllar geçtikçe Kadiriliğine Şazelilik, Mevlevilik, Rifâîlik de eklenir. Rifâîliğe yönelik icazeti ise Medine'de öğrentmenlik görevi için bulunduğu sırada tanıştığı Seyid Hamza Rifâî Hazretlerinden almıştır. Rifâîliğin kurucusu bilindiği üzere Hamza Rifâî Hazretlerinin de ecdadı olan Ahmet er Rifâî Hazretleridir. Ken'an Rifâî Hazretleri de aldığı mânevî terbiye silsilesini kendi bünyesinde birleyerek rifâîlikle bütünleşip tasavvufî düşünceyi iman zevkini günümüze aktarandır.
Ken'an Rifâî'nin manzumelerinin bir grubu kendisi tarafından bir grubu ise muhtelif müzisyenler tarafında bestelenmiştir. Bestelenmeyen şiirleri özellikle de naatları, münacaatları bulunmaktadır. Bütün bunlar üzerinde de akademik çalışmalar sürdürülmektedir.
Mürşit doğru yolu gösteren, kılavuz anlamına gelir. Tasavvuf kültüründe de mürşit denilince Hak yolunu gösteren doğal olarak akla gelmelidir. Bu tanımlama ise mürşidin öncelikle olgun insan olduğu gerçeğiyle bizi buluşturur. Zira olgunlaşmamak için direren nasıl Hak yolunu işaret edebilir! Ancak tasavvuf külütürü dikkate alındığında mürşitlikten bahsedebilmek için Hak yolunu gösteren tanımlaması da olgun insan olmaklık da eksik kalır. Zira olgun olan insanın olgunluğunun, insanlığının olgunluğundan güzellikleri yansıtması o insanı mürşitlik makamına taşır. Bu hal Ken'an Rifâî'den seyran edildiği, onu keşfettikçe ondan akıp gelen bilgiyle, edeple şekillendikçe kişinin kendindeki hakikate yöneldiği, kendini bilenin ise Rabbini bilmeye koştuğu, kendindeki Muhammedî hakikat ile kucaklaştığı gerçeği idrakimiz ölçüsünde söyleyebiliriz ki Ken'an Rifâî'nin tasavvufî anlamda mürşit olarak nitelenmesine sebeptir.
Ken'an Rifâî Medine'deki görevinden döndükten sonra meşrutiyetin ilanıyla 1908 yılında İstanbul Fatih Hırka-i Şerif mahallesindeki konaklarının bir bölümünü dergah olarak tanzim eder. Bu dergahın adı ise "Ümmü Ken'an Dergahı"dır. "Ümmü Ken'an" Kenan'ın annesinin dergahı anlamı taşır. Dergah kucaklayan, bağra basandır. Bilgilendiren, eğiten, donatan geliştirendir ve devrin hem önemli kişilerini ağırlamıştır hem kıymetli insanlar yetişmesine vesile olmuştur. 1925 senesine kadar bu dergah açık kalır. 1925 tarihinde tekke ve zaviyelerin kapatılması kanununa uygun olarak da kapanır. Her şeyi Haktan bilen Ken'an Rifâî bu kararı da Hakk'ın muradının bir yansıması olarak kabul eder. İtirazsız, sorgusuz, sualsiz karara rıza gösterir ancak bilir ki tasavvufî düşüncenin önüne set çekilemeyecektir.Tasavvufî düşüncenin bizatihi kendisi yozlaşmışlığı kendine yakıştıramayandır. Ken'an Rifâî birgün yozlaşmışlıktan kurtulmuş yapının doğup yükseleceğine inançla akademi fikrine dikkat çeker... Ken'an Rifâî'nin hayatına baktığınızda ise öyle bir sonuca ulaşırsınız ki o elinde bir iman meşalesi tutumuş Muhammed yolunda yürürken esasen bize yolu işaret etmektedir. Bu yolda yürürken de görürsünüz ki Ken'an Rifâî'yi keşfetmek demek tekke ve tarikat gibi meselelerine takılmak değil Muhammedî yolda adım atmak demektir. Bu ise Cenâb-ı Hakk'ı idrake yöneliştir.Siz Allah aşkıyla ummanlara yönelirken de bu meşaleyi tutan da kim diyip ona, hayatına şöyle bir baktığınızda ise dilinizden ister istemez şu sözler dökülüverir.
İNSAN OLMAYA VE YETİŞTİRMEYE
ADANMIŞ
BİR HAYAT vesselam