"Ken'an Rifâî - Sohbetler" "Ken'an Rifâî -Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık" adlı eserleri soru tekniğiyle büyüteçe aldığımızda konu başlığımıza ilişkin hangi bilgilere ulaşabildiğimiz aşağıda dikkatlerinize sunulmatadır.
Îmanın sözlük anlamının; din inancı, kutsal inanç olduğunu dikkate alarak, tasavvufta îman ve îman sâhibi oluş...
“…bilmeli ki dînin esâsı îmandır. Îmânın rûhu da ameldir. Îmânın kemâli (olgunlaşmış hâli) Allah sevgisidir. Amelin (fiilin) kemâli de halk sevgisidir. Yâni, kul nerede bulunursa bulunsun, kula düşen Allâh’ın kendisiyle berâber olduğunu bilerek onu sevmek ve halkın Allah’tan gayrı olmadığını da bilerek halkı sevmektir... SOH.2000/s.442
…Îman, yetmiş iki türlüdür. En yükseği, Allah’ın birliğini tanımak, en basiti, halkın yolunda ezâ verecek bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ da (utanma kendini Hakk’ın huzurunda bilip, hatadan kaçma hãdisesi de) îmânın bir şûbesidir... SOH.2000/s.392
…Şeriksiz (ortaksız) îman, Hakk’ın muhabbetine dünya muhabbeti karıştırmamaktır. Bunu ise âşıklardan başkası yapamaz. Çünkü cennet ve sevap arzûsu dahi gayrılıktır, insanı Hak’tan alıkoyar.
Aşkın şûlesi içine henüz düşmüş kimsenin, o ateş, o cezbe (çekim) her tarafını sarmış ve dünyâya açılan bütün delikleri kapamış olduğundan mâşûkundan (sevgilisinden) başka bir şey görmemesi tabiîdir. Ama onun, ben sevgilimden gayrı birşey görmüyorum, demesi kendinden değildir.
Değildir, çünkü o şûle (ışık) seni her tarafından sarmış başka şey gösterecek açık kapı bırakmamıştır da onun için görmüyorsun…”SOH.2000/s.153-154
İhlâs ne demektir? Çıkarcı yaklaşımlar içerisinde ihlâs barınabilir mi?
“…İhlâs, amelin (fiilin) riyâ, kibir, hîle ve hattâ isteklerden arınmasıdır. Allah için olan din, bunlardan temizlenmiş dindir.
İhlâs, amelden ameli görmeyi çıkarmak ve ameline îtimat etmemektir. Hattâ ameli sevap için kılmak bile ihlâsı zedeler.
Cenâbı Hak, ibâdetinde hiçbir zaman şirk (ortak) istemez… SOH.2000/s.303
…İhlâs, amellerini riyâ, kibir, hîle ve kötülüklerden hâlis (katıksız, temiz) kılmaya denir. Ameli, bir karşılık ve sevap için yapmakta nefis kokusu ve lekesi vardır... SOH.2000/s.582
…İhlâs, seni Hak’tan alıkoyan her şeyden temizlenip uzaklaşarak Allâh’a kulluk etmek demektir. Her şeyi Allah için düzüp tertip eylemek demektir. Bu da mürşitsiz olamaz. İhlâsın bile olsa, o da tehlike üzredir. Fakat mürşidi bulup ihlâs üzere hareket ettin mi, ihlâsından bir cevher çıkar ki işte ona “hal noktası” denir…” SOH.2000/s.533
Şâzelî Hazretleri’nin seksen üç gün oruç hikâyesinden yola çıkarak, çıkarsız îman anlayışı nasıl örneklendirilir?
“…Şâzelî Hazretleri ilk zamanlarında seksen üç gün oruç tutmuş, aç kalmış. İçinden: Elbet bu hâlim Allah indinde makbul olmuştur, diye düşünmüş.
Dağda gezerken bir mağaradan çok güzel, nur yüzlü ve müstesnâ bir kadın zuhur ederek: Altı aydır açım. Fakat amelimle Allâh’a hiç nazlanmadım. Adamın biri seksen üç gün aç kalmakla amelini önüne koyuyor, demiş…” SOH.2000/s.343
Çıkarlardan arınarak, ihlas içinde hareket edebilmek için, hangi noktalara yoğunlaşmak icap eder?
“…Cenâbı Hakk’ın muhabbetine ibâdeti dahi ortak etme... SOH.2000/s.635
…İnsana mal, mülk, evlât ve hattâ tâat ve ibâdetlerinden hiçbir fayda yoktur. İllâ kalbi selimden başka (Şuarâ sûresi, 88. âyet) Çünkü âhirette senden aranılacak olan pasaport, kalbi selim pasaportudur… SOH.2000/s.212
…mürşidin rızâsını kazanmak sûretiyle bu kalbi selim pasaportunu elde etmeye çalışmalı. Mürşidin rızâsı da onun boyasına boyanmak, yolunda gitmek, görmek ve bilmekle elde edilir…” SOH.2000/s.215
Korkuyla gelen îman neden anlamsızdır? Zorla yapılan ibâdet de neden çocuksuluk olarak değerlendirilmektedir?
“… Teveccüh kazanmak (beyenilmek), cennet arzûsu, günâha girmemek, kusur veya serzenişten (sitemden) çekinmek, cehennem korkusu gibi haller muhabbet yolunda yabancı, aykırı şeylerdir. Bunun böyle olduğunu kul anlayıp hissediyor da Allah anlamaz mı? Bu türlü garazlı (kötü niyetli) ve sebepli hareketler insanlar arasında bile makbul olmayınca ya Allah katında nasıl makbul olur? …SOH.2000/s.224
…Korku veya ümit ile değil, sırf Hakk’ın rızâsı için yapılan ibâdet ibâdettir.
Küçük bir çocuğu mektebe alıştırmak için, şeker, oyuncak gibi şeyler vaat ederler. Amma bu çocuk büyüyüp de kendine gelince, o geçmiş hallere güler. Zîra tahsil ve terbiyenin lüzûmuna inanmış ve zevkine varmıştır.
Rûhen çocuk kalmış kimseler de işte, cehennem korkusu ve cennet ümîdi ile ibâdet ederler. Halbuki sözünde, işinde ve her hâlinde Allah rızâsını hedef alan kimselerin ibâdetleri tam ibâdettir…”SOH.2000/s.592
İlim sâhibi kişi; aşağı bir bilgi seviyesinde kalmaktan, yetersiz bulunmaktan bir endişeye düşerse; aşk sâhibi kişi ise, aşksız kalmaktan, terk edilmekten, hattâ böylesine bir lutfûn üzerinden alınmasından bir korkuya kapılırsa, içinde bulunulan durum hakkında ne söylenebilir?
“…Ruh korkmaz ki… Korku, nefse âittir... SOH.2000/s.608
…Birlik yâni vahdet mertebesini bulmuş kimseye şeytan karışmaz. Bu mertebeyi bulanlar Allâh’ın velîleridir. Onlar için korku ve hüzün yoktur. Kendilerinden çıkmış, muratsız (istekleri dilekleri) kalmışlardır. Korku, nefsinden soyunamayanlardadır. Diğerleri ise, lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur) sırrına mazhar olmuşlardır... SOH.2000/s.628
…Hulâsa, korku ve hüzünden âzat olan kullar, Allâh’ı seven ve halka şefkat, merhamet, af, hilm (yumuşaklık) ve sabır ile muâmele edip bu sûretle ne kimseden incinen ve ne de kimseyi inciten kullardır…SOH.2000/s.443
…Elbet herkes anlamaz ve bilmez. Kalbinde sevdiğinin hayâli, gözünde onun cemâli olan âşıkın geçirdiği her an bir vuslat (kavuşma), her zaman bir cemal cennetidir. Bu kimselerin, yarın için vaad edilen cennete ihtiyaçları yoktur. O irfan bahçesinde gezinip dâimâ yârin cemâliyle zevklenenlerin zevkini, tatmayanlar elbet bilmez…”SOH.2000/s.210
Korkuyla gelen îmanın yerini sevgiden doğan îmana bırakması konusunda, Hz. Muhammed’in şefâati nasıl bir öneme sahiptir?
“…hâlim ne olacak, mahşer günü ne yapacağım diyerek cehennem korkusuyla ibâdetini ziyâde etmek ve Resûlullah Efendimiz’in şefâatini unutup, ibâdetiyle cehennemden kurtulacağını düşünmek gene öldürücü zehirdir. Nasıl ki kuş iki kanatla uçarsa, insanlarda da korku ve ümit muvâzeneli (dengeli) olmalı. Cenâbı Hak buyuruyor ki: “Yâ Habîb’im kullarıma haber ver, ben gafûru’rrahîmim (esirgeyen, suçu bağışlayanım), azâbım da elîmdir. Ey Hak yolunda israfta bulunanlar, Allah’tan ümîdinizi kesmeyiniz. Allah gafûru’r rahîmdir” (Zümer sûresi, 53.âyet)…” SOH.2000/s.644-S.645
Güzel dost, helâl lokma, riyâsız amel ve hasetsiz âlim; görene, bilene neyi îfâde eder?
“…Güzel dost Kur’ân’dır. Helâl lokma gazabını yenmektir. Riyâsız amel, gizli sadaka vermek, kalp zikri ve yine gizli hayır işlemektir. Hasetsiz âlim ise ehlullahtır…” SOH.2000/s.613-614
Allah’tan korkmak ne demektir? Nasıl bir çıkar endîşesinden kaynaklanıyorsa ihlâs anlayışı içerisinde yer alamaz?
“…Bilgi arttıkça korku ziyâde olur. Amma bu, mertebemden (mevkimden) düşmeyeyim, cehenneme girmemeyim… korkusu değildir. Bu korku, İlâhî Saltanat’ın azametinden, o ilâhî büyüklüğünden, heybetindendir... SOH.2000/s.616
…Zîra yakınlık ne kadar fazlalaşırsa, korku da o nisbette artar. Meselâ bir pâdişahın vezîri mi ondan korkar, yoksa küçük bir çocuk mu? Tabiî ki vezîrin korkusu büyüktür. Çocukta ise pâdişâhın büyüklüğünü idrâk edecek kafa yoktur ki korksun. Onun için de huzûrunda çocukluğun bütün îcaplarını yapar. Hoplar, zıplar. Hattâ tabiî ihtiyaçlarını dahi yapabilir. İşte ak sakallı fakat rûhu çocuk kalmış olanların da Cenâbı Hakk’a karşı tutumları budur.
Aslanın biri bir ahıra girerek uyumuş. Akşam olup ineğin sâhibi içeri girdiğ zaman, kendi ineği zannı ile aslanı okşamaya başlamış. Aslan ise, gün doğsun da bir bak, benim kim olduğumu anlayınca okşar mısın, kaçar mısın, görelim, demiş…”SOH.2000/s.631
Hazreti Muhammed “Ben hepinizden fazla Allâh’ı bilirim ve hepinizden fazla da ben korkarım” buyurur. Fatır sûresi 28. âyette de “Âlimler, enbiyânın vârisleridir. Allah’tan korkan âlimlerdir” denmektedir.
Korku nefise ait bir özellik olduğuna göre, burada geçen korku anlayışını nasıl bir hali anlatmaktadır?
“…Allah’tan korkmak da ibâdettir… SOH.2000/s.611
…bu korku ile bizim korkularımız arasında bir münâsebet yoktur. O korku, bizim korkularımız gibi cennet ve cehennem mertebelerinin endîşesi veyâhut bulunduğumuz mevkilerin kaybolması korkusu değil, sırf Allâh’ın ululuk ve büyüklüğünün heybetinden hâsıl olan bir korkudur…” SOH.2000/s.498
Korkudan sıyrılıp ilahî aşka yöneliş neden önemlidir?
“…Allah hiçbir vakit seni fenâya ve fenâlığa sevketmez. Meselâ bugün sınıfta bir çocuğa bağırdım. Çocuk, benim bağırmam ve tekdîrim (ikãzım) üzerine korkarak, istediğim vaziyeti aldı. Fakat tekdir üzerine vaziyetini düzelttiği için de acıdım ve üzüldüm. Böyle azarlanmak ve korkutulmak yüzünden istediği şeyi yapamayan kimseye acırım. İsterim ki, o yapmakta olduğu hareketin fenâlığını idrak etsin de kendiliğinden vazgeçsin, yapmasın. Ben böyle acırken, ya Allah nasıl olur da kullarını korkutmak ister?
Evet, o çocuğu tekdir etmem, nizâmı (düzeni) korumak içindi. Çünkü kendi hâline bıraktığım takdirde sınıfı alt üst edecekti. Ben talebelerimi azarlamaktan zevk duymam ki… temennî ederim (dilerim), kendiliklerinden rahat dursunlar…” SOH.2000/s.119
Sonuç itibâriyle kaç çeşit korkudan bahsedilebilir? Tasavvuf diliyle bunlar nasıl izah edilebilir?
“… Havfin yâni korkunun üç türlü mânâsı vardır: Biri korku, biri haşyet (Allah’tan korkma), biri de heybettir.
Bizim bildiğimiz korku, îmânın şartındandır. Haşyet (Allah’tan korkma), amelin (fiilin) şartındandır. Heybet ise mârifetin şartındandır.
Her türlü cezâdan korkmak, nefis makãmıdır. Allâh’ın cilve ve oyunlarından korkmak, kalp ve huzur makãmıdır.
Fakat sır ve şuhut makamının (şãhitliğin) korkusunda, heybet ve azamet vardır ki bu görgü makãmıdır. Resûlullah Efendimizin: “Allâh’ı herkesten ziyâde ben bilir, herkesten ziyâde de ben korkarım”, buyurdukları gibi, Allah’tan korkan Allâh’ı bilenlerdir, dendiği gibi…” SOH.2000/s.319
Çıkarsız bir îmanın İslamiyet’te ruh bulması hangi şartlarda mümkün olabilecektir?
“…söz ile her şey biter mi? Kelimei şehâdet getirmekle o İslâmiyet mektebi irfânına girdin ve ehliyetini isbat ettin. Ama orda kalma! Mektebe dâhil olduktan sonra durma ilerle. Bu netîceyi hemen bir günde hâsıl et, demiyorum. Hiç olmazsa yolunda bulun. O da bir şeydir. Yolunda bulunmanı da Allah hoş görür. Günler birer birer geçiyor. Şerit gibi sarılıyor, günün birinde: Paydos, oyun bitti! diyecekler. Allah kolaylığını göstermiş. Bir Hakk’ın boyasıyle boyan kâfî. Bak ne kolay şey! …” SOH.2000/s.159