KEN'AN RİFÂÎ BÜYÜKAKSOY - (1867 - 1950)

MUTASAVVIF
ÖĞRETMEN
EĞİTMEN
BESTEKÂR
ŞAİR
MÜRŞİD
TASAVVUF ANLAYIŞI
ZAMAN
(1908-1925)KURUCUSU VE ŞEYHİ
RİFÂÎLİĞİN ÖNDE GELEN İSİMLERİNDEN
İNSAN OLMAYA
VE
YETİŞTİRMEYE
ADANMIŞ
BİR HAYAT
ÜMMÜ KENAN DERGAHI
ZAMAN

"Ken'an Rifâî - Sohbetler" "Ken'an Rifâî -Yirminci Asrın Işığında Müslümanlık" adlı eserleri soru tekniğiyle büyüteçe aldığımızda konu başlığımıza ilişkin hangi bilgilere ulaşabildiğimiz aşağıda dikkatlerinize sunulmatadır.

 

Zaman…
“…  Dünyadan gittikten sonra da zaman mefhumu (kavramı) var mıdır?
“Hayır! zaman zaten dünyada da yoktur. Bir gün bir acemin dediği gibi “zaman demek biz demektir.” Allah indinde sabah ve akşam yoktur.”...”  YM.1983/s. 443

“Ebü’l vakt” ve “İbni vakt” ne demektir?
“… Hak ehlinin devamlı bir gönül rahatı içinde bulunduklarından söz edilirken:
“Elbet Allah ehli için gönül huzûru vardır. Çünkü onlar korku ve endîşeden kurtulmuşlardır.” (Yûnus sûresi, 62. âyet).. Çünkü korku gelecekten, endîşe geçmişten olur. Onlar ise gelmişten de gelecekten de geçmişlerdir. Bunlar ilk zamanlarında ibni vakt yâni zamânın çocuğu, zamânın elinde ve emrinde idiler. Kemâle erdikten sonra da ebü’lvakt yâni vaktin babası ve sâhibi olmuşlardır…     SOH.2000/s.449
…zamânın babası (Ebü’l vakt) yâni zamâna tasarruf edici olup da Hakk’ın tecellîsinde mahvolanlar her bir zuhurda bir nur cilvesi görüp dâimî zevkte olurlar. Bil ki zuhûrun gereği hem kabz ve bast, yâni darlık ve ferahlık, hem celâl ve cemaldir ki bu tecellîler birbirinden ayrı değil, birbirine eşitir...SOH.2000/s.304
…İbnü’lvakt olan kimseler, seyirlerini Allah’la yapan kimseler olmakla berâber bunlar vaktin mahkûmudurlar. Dereceleri büyük ise de bu kimseler temkin ve televvün yâni sağlam bir inanışla şüphe ve ikilik arasında bocalarlar.
Ebü’lvakt ise, bu dünya kalabalığı içinde ferttir, tektir. O, vaktin hükmünde değil, vakit onun hükmündedir...” SOH.2000/s.315

Zamanı doğru kullanmak ve dünyâ işleriyle ilgiliyken bile ibâdetin mânâsını yaşıyor olmak ticaret örneğiyle nasıl açıklanmıştır?
Bu durum kadın ve erkeğe göre farklılık gösterir mi?
“…Hadîsi şerifte; “Çalışanlar, Allâh’ın sevgilisidir,” buyurulmuştur. Ticâret fikri makbul bir şeydir. Kazanan kimse Allâh’ın sevgilisidir.
Her hadîsi şerif gibi bunun da hem zâhir hem bâtın mânâsı vardır. Zâhirî kazanç, tabiî ki bâzı şartlara bağlıdır. Kazancını insaf dâiresinde temin ve insanlara yardım eden mü’min kimse, Allah’ın sevgilisidir. Yoksa Bohoraçi ticâret yapıyor diye Allâh’ın sevgilisi olması lâzım gelmez.
İslâmiyet her güzelliği kendinde toplamıştır. Ne istersen onda bulabilirsin. Dînimiz her imkâna elverişlidir. Ama bâzı kimseler bunlardan işlerine geleni alırlar. Meselâ müslüman dîninin, kadınların ticâretine müsâit (kâbiliyetli) olmadığını iddiâ edenler vardır. Neden olmasın Mekke’de Anadolu’da, Arnavutluk’ta kadınlar ticâret yapmıyorlar mı? Tarla sürüyorlar, halı dokuyor, bez çözüyor, ekin ekmiyorlar mı?
Beşeriyetin ve bir milletin iktisâdî refah ve kıvâmını muhâfaza için elbet ki ticâret şarttır ve methe (övgüyle) değer. Çünkü bir millet, iktisâdî faâliyeti ve ticâret hayâtının ölçüsü nisbetinde ilerler.
İlerlemiş bir millet ise, îmânını ve varlığını kuvvet ve kudretle muhâfaza eyler. Zayıf, cerbezesiz (beceriksiz, dayanıksız) ve cılız kalmış kütleler ise dâimâ boyun eğmeye, başka topluluklar tarafından ezilip, yok edilmeye mahkûmdur. Bilin ki Allah tembelleri sevmez.
Ticâretin mânevî kısmına gelince, o da bu dünya ticârethânesinde âhiret için alış veriş etmektir…”SOH. 2000/s.85

Tevhîd inancı netîcesi, yaradılmış her zerrede Allah’tan bir nur mevcut olduğuna iman ettiğimize göre, zaman kavramı da Allah’ın nurunun bir yansımasıdır diyebilir miyiz?
a)  Zaman yolculuğu içerisinde karşılaştığımız her zerre Hz. Ebû Bekir’in buyurduğu gibi,  “Hiçbir şey görmedim ki onda Allâh’ı görmemeyim,” sırrını âşîkâr ediyor  olduğuna göre, bu yolculukta karşılaşılan her olay, her durum, hattâ zamânın şartlarına göre değişim gösteren her şey, aslında Allâh’ın nûrunun Allâh’ın murâdının bir yansıması olarak kabul edilebilir mi?
b) Bu durumda medenîyetle gelen yenilikler, ilimdeki ilerlemeler, bu ilerlemelere hürmet ve tâkip, Allah’a hürmet ve ibâdet diye nitelendirilebilir mi?
c) Allâh’ın mânâsını hâl edinme gayreti ve bunun netîcesinde de doğruyu doğru olarak, yanlışı yanlış olarak teşhis edebilmek, zaman tüneli içersinde bir çeşit imtihan mıdır?
“…dün doğru dediklerimize bugün yanlış diyoruz. Yarın da bugünkü neticelerin yanlış ve eksiklerini anlayacağız, esasen tekâmül (gelişim) de bunu icabettirir…     YM.1983/s. 173

…Bulunduğun yerde kalma... ileri geç... geç de ne kadar geçersen geç... yoksa, ömrünün geçmesi, mezara yaklaşman olmasın…

Yürü, dâima yürü! Eğer ölüm seni yolda iken yakalarsa, onu Allah bilir. Yeter ki dururken olmasın...            SOH.2000/s.55

 … “İnsanlara akıllarının yettiği mertebeden söyle.” hadîsi şerîfi işte bize kâfî bir ölçüdür. Zamânın idrâki, anlayışı  ne seviyede ise sen de o seviyeye göre konuşacaksın...
...Resûlullah Efendimiz kâfirlerin üstüne tesbihle yürümedi. Gazâya (savaşa) da üfürükle gitmedi. Hendekler açtırdı, bizzat muhârebe etti, yaralanıncaya kadar gazâda bulundu. Her müşkülü çözmeye, her mûcizeyi göstermeye kãdir iken yapmadı. Bir işâretiyle kâfirleri dağıtmaya gücü yettiği halde niçin bu kadar zahmetlere atıldı? Çünkü zâhirin hakkını vermek lâzımdı. Zâhiri zâhir ile mağlûp etmek, Allâh’ın sevgililerinin âdetidir. Madde, mânâdan; mânâ da maddeden, yâni zâhir bâtından; bâtın zâhirden; evvel âhirden ayrılmaz.
Bâtın, zâhirin, zâhir bâtının, âhir evvelin, evvel de âhirin aynıdır  (Hadid sûresi, 3. âyet)...”SOH.2000/s.522-523

Zaman, Allah’ın celâl ve cemâl sıfatlarını sırasıyla âşikâr edişinden ibârettir diyebilir miyiz?
“… Mecliste hazır bulunan Kadri Bey ismindeki zâtın Selânik ve civârını dolaşıp oralardaki câmilerin kâmilen kiliseye çevrilmiş olduğunu söylemesi üzerine:
(Ken’an Rifâî şöyle diyor:)
“Dünya işleri, oluşları durmadan tekrarlanmaktadır, tekrardan ibârettir. Bostan dolabı gibi kâh boş görünür kâh ise dolu… Buna rağmen bostan sulanır.
Bu met ve cezir, ilâhî saltanatın îcâbıdır. Evvelce kilise imiş, şimdi yine kilise olmuş. Bir zaman gelir ki yine câmi olur. Kâh gece kâh gündüz olduğu  gibi… Yâni kâh celâl zuhur eder, kâh ise cemal…

Adamın biri bir han satın almış, pek memnun imiş. Yanına bir derviş sokulmuş ve: Ey han sâhibi, han sâhibi! Hani bunun ilk sâhibi? O da yalan bu da yalan, var biraz da sen oyalan! demiş.
Biz bu dünyayâ ilim ve irfan kazanmak için geldik. Şurası benim, burası senin.. demek gibi mes’elelere takılıp kalmak için değil…”SOH.2000/s.519

Ken’an Rifâî’nin, İslâm dîninin diğer dinler kadar önemsenmediğini düşünen bir kişiye verdiği cevap ne olmuştur?
“… Bir gün talebelerinden biri kendisine şöyle diyor: Bu pazar gene Avrupa radyolarında kilise âyinlerini dinledim, hem çok mütehassis (duygulandım), hem çok müteessir oldum (hüzünlendim). Mütehassis oldum, zira dinlediklerim fevkalâde bir müzik ziyafeti idi. Müteessir oldum, çünkü bizim radyolarımızdan, bizim dinî merasim ve âdetlerimize ait herhangi bir şey işitemiyoruz.
Bu söz üzerine (Ken’an Rifâî) bir an düşünüyor ve: – “Neden müteessir oluyorsun, bak ki her gün kaç defa senin minarelerinden Allah’ın ve peygamberin ismi göklere doğru yükseliyor ve dünyanın her tarafında 350 milyon müslüman her gün beş defa  bu sesi dinliyor.” …”YM.1983/s. 461

Bir şeyin vakti saatinin gelmesi ne demektir?
“…Her olacak şey için tâyin edilmiş bir vakit vardır (Ra’d sûresi, 2. âyet).  Onun için, vakitsiz olan bir şey kötü netîce verir. Yeni sülûke giren bir kimseye ki sâlikin derdi arzûsu Allah olduğu halde sizin çok zamanlardan beri duyup öğrendiğiniz hakîkatleri söylesek, yolunu sapıtır, şaşırır kalır. Böylece de ona, talebinin vakitsiz verilmesi kendi hakkında hayırlı olmaz. Cenâbı Hak her şeyi bilir ve talep sâhibine, arzûsunu, onu hazmedecek hâle geldiği zaman verir. ...” SOH.2000/s.229

Tasavvuf ehlince güzel bir gün geçirmek ne anlama gelir, nasıl gerçekleştirilebilir?
(Öğrenci soruyor:)
“… Günlerin en güzeli, şükredici olarak kalktığımız, Hak zikri ile geçirdiğimiz ve râzı olarak uyuduğumuz zamanmış. Bu nasıl mümkün olur?
“Yirmi dört saatlik günü şöyle bir hesap et. Nasıl geçirmiş olduğunu düşün. Hayırda veya şerde ne yaptın? Onu kaydeyle...Evde, sokakta, işte murâkabe (kendini sorgulayış) üzere uyanık olursan, senin için o gün, günlerin en iyisidir…”     SOH.2000/s.591

Zamanı doğru kullanmak insan olma san’atına nasıl yansır?
“… Eğer bir san’atkâra sazını, meselâ kemanını, kaç senede elde ettiğini sorsan sana en aşağı yirmi, otuz sene der. Bir tahta parçasının üzerine otuz sene emek sarfetmeyi çok görmüyorsun da, vücudun kemanını söyletmek için bu otuz seneyi çok mu görüyorsun? İşte... insan, zaman geçmekle kıymetinden bir şey kaybetmez, illâ aslında cevherinde hakikî bir değer mevcut olursa...” YM.1983/s.315

Tasavvuf erbâbının, zamana göre değişim gösteren millîyetçilik, politika gibi konulara yaklaşımı hakkında özellikle tevhîd anlayışı gözönüne alındığında nasıl bir bakış açısıyla karşılaşırız?
(Öğrencilerinin gözüyle,)
“… Esasen bir toplumun politik nizamını düzenlemek keyfiyeti, bu işe liyakatli (lâyık) bir zümrenin vazifesidir. “Zulüm, bir şeyi kendi mevziine koymamaktır,” diyerek her işi ehline ve liyakatlisine (lâyığına) bırakmaktan son derece haz duyan bu büyük insan, memleketin siyasî bünyesine çekidüzen verme dâvasına el sürmeyecek biri varsa, onun da kendisi olduğunu pek iyi bilmekte idi. Ve siyasî görüşü her çağında çok keskin olmakla beraber, sonuna kadar hamiyetli bir vatandaştan ileri politik hayatı asla düşünmemişti...  YM.1983/s.52

… Meclisten biri, bir cins Bulgar sigarasından bahsetti. Tütünü iyi, fiatı da ucuz olduğu için bu sigarayı kullanmalarını tavsiye etti.
Hocamızın canı sıkılmıştı. Şiddetle:
“İstemem! diyerek konuşanın sözünü kesti. İstemem, kendi milletimin malı dururken, niçin Bulgar sigarası kullanayım? Sizler de almayınız. Ne kadar ucuz ve iyi dahi olsa, ben kendi milletimin malını kullanmak isterim.
Bu hissim, husûsî ve millî bir duygudur. Yoksa bütün milletler benim milletimdir. Yaratılış îtibâriyle mensup olduğumuz millete birinci derecede riâyet etmenin şart olduğunu unutmamamız ve ona göre hareket etmemiz îcap eder.”…”SOH.2000/s.129

Zamâna bağlı olarak farklılıklar sergileyen moda, fotoğraf vs.. gibi konulara  Ken’an Rifâî’nin yaklaşımı ne olmuştur?
“… Nazlı Hanımefendi, sünneti seniye olmadığını söylerek resim çıkartamayan ve şapka giymeyen, netîce îtibâriyle de işine gidemeyen bir hocadan bahsetti.
(Ken’an Rifâî bunun üzerine şöyle dedi:)

 “Her asırda bir kâmil insan müceddit (yenileyici) olarak gelir. O hoca efendi bu müşkülünü irfan erbâbı bir kimseye anlatmış olsaydı tatmin edici bir cevap alacağı muhakkaktı.
Bir kere Zamânı Saâdet’te (Hz. Muhammed’in (s.a.v) yaşadığı dönemde) fotoğraf yoktu. Hem Resûlullah Efendimiz’in de resmi menetmesi (yasaklaması) ve: Benim tasvîrim dahi olsa nerede görürseniz ayaklar altına alınız, diye buyurması, Arapların put âleminden yeni yeni kurtulmakta oldukları bir zamanda idi. Hattâ Yahûdîler: Müslüman oluruz, ama putlarımıza dokunmazsanız... demekte idiler.
... o büyük Peygamber, birçok müşküllerinizde size yardım edecek bir anahtar veriyor. Bu anahtar nedir? derseniz; “Allah sizin amellerinize değil,  niyetlerinize bakar” düsturudur.
Onun için bu fotoğraflar bu şapkalar ki, hep toprağın dışında kalacak şeylerdir. Şu halde bunları giymenin de giymemenin de ne ehemmiyeti (önemi) olur?…” SOH.2000/s.176
(Öğrenci:)
“… Eteklerin uzamasına ne kadar memnun oluyorum....
“Ben ise (Küllü şey’in yerciu) ya (herşeyin aslına dönüşüne) bakarım. Ne biliyorsun bir sene sonra kısalmayacağını. Bu gibi ahval med ve cezir gibidir. Yâni, devri dâimden ibarettir. İş, bu kısalık, uzunluk içinde düdüğü çalabilmekte. Görmüyor musunuz, her şey giyinip soyunmakta… insanlar da evvelâ dünyaya çırıl çıplak  geliyor, sonra âriyet (ödünç) olarak giyiniyor ve sonra makberde yine soyunuyorlar. İşte bu sebeple ben ne ona sevinirim, ne de ötekine yerinirim. İş her şeyde mânayı müşahede etmektir.” …”  YM.1983/s.435

Kadının kılık kıyâfeti gibi konularda zamana uygun hareket etmek Allah’ın emirleri konusunda tâviz vermek midir?
Doğru tavır ne olmalıdır? Ken’an Rifâî’nin öğrencileri konuyu nasıl açıklar?
“…Etik (ahlâkî) kıymetler dâima bâkirdir (el değmemiştir), fakat estetik versiyonlar devrin ihtiyacına göre değişir. Tek bir versiyon üzerinde ısrar etmek, etik kıymetlerimizin velûdiyetine (doğurganlığına) bühtan (iftira) etmek olur. Etik esaslar, devirlere göre intérprété edilir (yorumlanabilir) yâni bunlardan çeşitli estetik versiyonlar çıkarılır. Meselâ yakın zamanlara kadar kadının iffeti çarşaf ve peçe ile ifade edilirdi; bugün tesettürün muadili (eşdeğeri): Dünya modasını inkâr etmeksizin, göze çarpmak ve tahrik etmek gibi sefil maksatlardan münezzeh (temiz, arı) olarak, edepli kılıkta gezmektir. Bugünün kadını çarşaf diye kendi şahsiyetine bürünür, peçe diye kendi vekarını (onurunu) yüzüne çeker. Fakat bu etik esaslara göre estetik versiyonlar keyfiyeti henüz beynelislâm (müslümanlar arasında) muallâkta (kesinlik kazanmamış) bir meseledir. Bâzı mütefekkirler (düşünürler) çekingen bir eda ile buna temas ediyorlarsa da ihtiraz tarafı ağır basıyor. Ülemayı resmiye (resmî sıfatlı bilginler) dediğimiz saflarda ise, tam bir sükût muhafaza ediliyor. Bir bakıma haklıdırlar. Ahlâk ve cemiyet yapısına ait işlerde… kolayca fetva vermek kabil değildir…”YM.1983/s.262

Ken’an Rifâî, Peygamber Efendimizin kadın anlayışından yola çıkarak, günümüz kadın anlayışına nasıl bir açıklama getirmiştir?
Bu izahtan zamânın mânâyı değiştirmediği, kişilerin idrâklerinde farklılık olduğu konusunda nasıl bir sonuç çıkartabiliriz?
“…kadınlık ne büyük bir mazhariyete nâil olmuştur. Kadınlık, aşka mazhar olmuştur. Erkek ona niçin meclûb (tutkun) oluyor? Çünkü mazharı aşktır (aşk sıfatının ortaya çıktığı yerdir).
Kadın dünya gibidir. Nasıl ki dünyâda bir cihet gündüz olduğu vakit bir cihet mutlak gecedir. Kadınlığın da bir tarafı nur, bir tarafı zulmettir... SOH.2000/s.13

…Kadına hürmet, onun mantosunu tutmak, arkasından yürümek demek değildir. Kadına hürmet, ona her zaman için incelikle muâmeledir...”SOH.2000/s.180

(Öğrenci soruyor:)
… Resulullah Efendimiz: Bana dünyanızdan kadın ve güzel koku sevdirildi ve gözümün nûru da namazdadır, buyuruyor. Kadının muhabbetini güzel kokudan ve namazdaki göz nûrundan evvel zikretmesinin sebebi nedir acaba?
“Sebep budur ki yaratılışta kadın, erkeğin bir parçasıdır ve hakîkat îtibâriyle erkeğin aynidir. Binâenaleyh küllün cüz’e, bütünün parçaya muhabbeti, diğer eşyâya muhabbetinden fazladır. Bu yüzden o Hazret’in kadına muhabbeti, güyâ kendi cüz’üne, belki aynına muhabbeti gibidir ve küllî aklın, küllî tabîata ve küllî nefse iştiyâki (özlemi) gibidir.
Enbiyâ ve evliyâ da Hakk’ı mezâhir yâni görünüşler hasebiyle müşâhede ederler. Ve her ne kadar güzele nazar etseler, onların vücutları aynasında Hakk’ın tecellîsini ve güzelliğini görürler. İbnü’lFâriz Hazretleri’nin buyurduğu gibi, “her güzelin güzelliği, o hazretin cemâlinden ödünç alınmıştır.” İş böyle olunca, ârifi billâh olanlar, Hakk’ın mutlak cemâlini, mukayyet cemalde görürler ve onu Hak’ın pertevinin (parlaklığının) tecellî nûru bulurlar. Nasıl ki Mevlânâ Hazretleri bu mertebeyi Mesnevî’de şöyle beyan buyurur: “Âkil (akıllı) kimse üzerine kadınlar galip gelir. Câhiller ise kadınlar üzere gãlip gelir,” der ve yine: O, Hakk’ın pertevidir, hâlıktır (yaratıcılık sıfatına mazhardır) güyâ, mahlûk (yaratılmış) değildir, der. Bir başka yerde ise: “Hak, güyâ bu ince perdeden görünür,” buyurur.
Gene Muhiddîn Arabî Hazretleri: “O kimse ki sevgilinin hakîkatine ve nûrlarına âşinâlığı, bilgisi ve mârifeti olarak kadına muhabbet eylese o kimse Allâh’a muhabbet eylemiştir. Fakat o kimse kadına tabiî şehveti yüzünden muhabbet etse, o kadın bu muhabbete kuru ve rûhsuz bir sûret olur.” O sûrette hakîki ruh meşhut (şahitlenmiş) ve mâlûm (bilinir) değildir. Bunu da bilmeli ki Resûlullah Efendimiz’in: “Benden sonra size kadınlardan büyük bir fitne bırakmadım; onların hîlesi azîmdir,” buyurduğunu da unutmamalıdır. Bizim söylediğimiz kadınlığın hakîki yüzü, rûhu, mefhûmudur…SOH.2000/s.481-482
… Kadınlık, çok büyük mertebedir ve çok büyük mevkii hâizdir. Fakat iş, gerçekten o kadınlık mertebesini bulabilmededir. Yoksa bu sözümüz, hayvanlık derecesinden yükselememiş kadınlar hakkında değildir. Meşhur meseldir: Kadının fendi erkeği yendi, derler. Biz sözü burada, erkeğe gãliptir, diye tefsir ediyoruz. Amma şeytânatta da gãlip imiş, onu da erbâbına bırakalım.
Kadınlığın vazîfesi pek büyüktür. Allah ona yaratıcılık sıfatına mazhar olmak gibi büyük bir meziyet ihsan etmiş.
Bâzı kimseler ise kadını bir makine yerine koyar, ev eşyâsı gibi addeder, adamdan saymazlar. Halbuki Kur’ânı Kerîm’de Cenâbı Hak kadını erkekten hiç ayırmamış. Ayetlerde: “Zâkirûne ve’zzâkirât; hâfizûne ve’lhâfizât; müslimûne ve’l müslimât” diye hep berâber zikrediyor. Bütün Kur’ân’ı içine almış olan Fâtihai Şerîfe bile müennestir (Arapça’da dişilik belirten eke sâhiptir). Güneş de müennestir (dişilik belirtir) “ve tera’şşemse izâ tala’at” (Kefh sûresi, 17. âyet) buyuruluyor.
Cenâbı Hak, Kur’ânı Kerîm’de emir buyuruyor: “Yâ Resûl’üm, yâ Habîb’im! Mü’minât olan kadınlar sana mübâyaa (satın almak) için geldiklerinde onlar ile, Allâh’a şirk koşmayacaklarına, hırsızlık eylemeyeceklerine, zinâ etmeyeceklerine, çocuklarını öldürmeyeceklerine, elleriyle ayakları arasında bir iftirâ düzüp getirmeyeceklerine ve emri mârufta (herkesçe de gayet iyi bilinen emrinde) sana âsî olmayacaklarına mübâyaa et!”  (Mümtehine sûresi, 12.âyet)
Şeyh Osman Efendi:
Ekseriyâ kadınlarda istîdat daha ziyâde olur.
“Evet kadınlar arasında neler var. Ne ehlullah yetişmiş ve ne büyük sözler söylemişlerdir”…                            SOH.2000/s.550-551
…Kırklar kaç erdir? diye zâtın birine sormuşlar. Kırk nüfustur, demiş. Niçin er demediniz de nüfus dediniz? diye tekrar sorunca: İçlerinde kadın da vardır da onun için…  buyurmuş.”...” SOH.2000/s.343

 

 

Sayfa Başı İçin Lütfen Tıklayınız...